26 Mart 2023 Pazar

NUTUK

KÜVET

 

 

Şiir

 

Bizi görünce şaşırdı kendini, hayalet kasabanın şerifi. Çığlık çığlığa atlayıp zıplayarak, çılgınca kendinden geçti. Uzun süreli yalnızlıktan kelli, acık kafayı yemişti.

Aman vermiyor, kapıyı kesiyor; bir deri, bir kemik ve minnacık olmasına karşın; gaza gelip inanılmaz bir enerji ve cevvallikle hasret kaldığı oyun ve ilgiye öyle bir zorluyordu ki, kayıtsız kalmak mümkün değildi.

29 Ağustos 2021 Pazar

KIYAMET


    Titanic

 

    Uzun ve yorucu bir günün ardından, biraz olsun dinlenmek ve yeni günün maratonuna hazırlanmak üzere, en sonunda yatağa girebilmişti Fatma. Koşturduğu işler arasında biraz olsun ayaklarını uzatmaya fırsatı olmazdı, eskisi kadar genç de sayılmazdı artık.

24 Kasım 2020 Salı

KAVŞAK ŞEYTANLARI

İnsanlık gördüğü korkunç ve muhteşemlik karşısında büyülenmiş ve arayışa girmişti. Maruz kaldıkları, bilinenlerin çok ötesindeydi; olan bitene ve tüm bu çılgın karmaşa arasındaki yerine bir anlam biçme ihtiyacı duydu. Anlayamadığı şeyi, olduğu gibi kabul edemezdi. Bilemezdi, doğal olarak sezgisel ve ilk aklına gelen fikirlerle açıklamalar getirmeye başladı. Hurafeler ve bilimsel bilgiler aynı anda ortaya çıkarak birbirine karıştı. Her açıklama yeni sorular doğurdu. Doğru veya yanlış, pratik ve işe yarar oldukça varlığını sürdürdü; anlam ve uyum arayışındaki bilgiler. Bazıları ayak diredi, kimileri arkadan gelenleri baskıladı ve bir kısmı da çelişkili olduğu halde birlikte varlıklarını sürdürebildi. Her şeye rağmen insanlar biraz olsun ilerleme kaydedebildi. “N’oluyo lan, nasıl şeymiş o, niye böyle oldu, kimim ben, ne işim var burda?“

30 Ağustos 2020 Pazar

BLUES

“Selamın Aleyküm, kardeşim.”

Gülümser gibi açtığım ağzımın içinde sıktığım dişlerimin arasından homurdanarak, boş bakışlarımı gizleyen gözlüklerimin arkasına saklanıp, ifadesiz suratımla “Amnağoyim, canım kardeşim.” diye yanıtladım, komşumu. Nargile içmeye davet etti. Elimdeki yarılanmış rakıyı göstererek reddettim.

“Başka zaman,” diyerek geçiştirdim. Yeniydim fakat hiçbir sürprizi beni şaşırtmayacak yeniliklere kapalıydım. En başından belliydi ne olduğu; tipi kılığı, tavrı, hareketleri kilometrelerce öteden ‘ben şerefsizin tekiyim!’ diye haykırıyordu.

Biraz sonra elinde yüzlük JW Double Black’le gelince, güverteye davet ettim.

30 Aralık 2018 Pazar

BİZİM İÇİN

Hint Okyanusu üzerinde ve Madagaskar’ın doğusunda yer alan ada ülkesi Mauritius’un anavatanı olduğu kabul edilen Dodolar’dan ilk olarak 16. yy sonlarında Hollandalı Denizciler bahsetmiş. Güvercin kuzenleri gibi çeşitli maharetleri olmadığından insanlar tarafından evcilleştirilip bakılmamışlar. Kendiyle özdeşleşen, adlarını verdikleri Dodo Ağacı meyveleriyle beslenen bu canlılar; düşük rakımlı ormanlar ve küçük tepecikleri kendilerine mesken tutmuşlar. Uçamasalar da ki; efendimiz de uçamazmış; kimseciklere bir zararı olmadan, kendi hallerinde yaşayıp giden, bir metre boylarında ve yirmi kilo ağırlıklarında olan bu arkadaşların korku duyguları olmadığından ve gördüklerinde yadırgayıp kaçmadıklarından dolayı bu sıcakkanlı dostların; onlarla karşılaştıklarında onların aptal olduklarını düşünen insanlar tarafından kolay yemek olarak görülmeleri sonucunda 17. yy sonlarında nesilleri tükenmiş. Son Dodo öldüğünde insanlık; ‘mavi gözlerinde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar’dı ona. ‘Bir ağaç’ı kalmış yadigar, ‘tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine.’
Peki ben buraya nasıl geldim? Şu bir gerçek ki son üç senede daha çok delirdik. Soyu tükenmiş bir tür olarak belki de asıl soru biz bu hale nasıl geldik olmalı? Biraz geriye gidersek; Çağrı Kale’den, İstanbul’dan Emrah’ı alan Tutku Cezayir’den, Tanju zaten o sıralar Keşan’daydı, Cem ise Edirne’den gelmişti.
Hiç zamanda yolculuk yapmadım ama en iyi fikirlerim zaman yolcuları tarafından çalındı, bırak uzay seyahatini daha dünyayı bile gezemedim ama spermlerim uzaylılarca çalınmış olabilir, bilemezsiniz yolda yürürken bazen tepenize cam da düşebilir.

22 Kasım 2018 Perşembe

KIRMIZI ÇAKMAK

İçeri girdiğimde barın önündeki her zamanki yerinde, bilgisayarına kurulmuş vaziyette karşıladı beni.

14 Ekim 2017 Cumartesi

RULET

Bizim çocuklarla buluşacağız, o kadar yol yürüdüğüm halde yine ilk ben gelmiş oluyorum. Hep böyle oluyor, maç izleyecek oluyoruz, kalkıp ben yer tutuyorum, bazen işi olmayan müsait arkadaşlarım da olsa veya çok bekletmeden gelseler bile saatlerce tek başına oturup beklediğim de oluyor. Onlara kızmak istemiyor veya haksızlığa uğramış olduğumu düşünmüyorum ama yine de her gün hiç kimse yoksa bile tek müsait boş adam ben oluyorum, evi en uzak, yolu en uzun da benim oysa ki. Neyse geldim diye çaldırayım da insin aşağı, bu saatte buluşacağız dedik ama yine birinci ben oldum.

14 Ekim 2016 Cuma

OTOBÜSTEN EVE

Soyadı Türkiye olan, kozmopolit bir yapı ve dolayısıyla karışıklığa sahip, sakinlerini sürekli çalışan ve acelesi olan, dalgın, mutsuz, stresli, insani duyarlıklar ve değerlerini yitirmeye başlamış kimselerin oluşturduğu bir işçi havzasında; doğal olarak bu büyüyen, tüketen doğaya zarar veren ve giderek daha da renksizleşen büyük organizmadaki dolaşımı sağlayan damarlar; yani bu hamamböceği kolonisindeki yollar ve ulaşım sistemi aylardır felç olmuş durumdaydı.
Bitmek bilmeyen altyapı çalışmaları nedeniyle kapanan yollar, tekyönken bile trafik ihtiyacını karşılamaktan uzak olan ve çalışmalar nedeniyle çift yöne dönüştürülen yollar, doğru düzgün trafik yönlendirilmesinin olmayışı, yağışların başlaması ve havaların soğumasıyla da en ufak bir yağmurda seller alan yollarla da birleşince içinden çıkılmaz bir karışıklık halini almıştı. Toplu taşımada durum rezaletti, hangi durakların kullanılmayacağı, otobüslerin hangi güzergahları izleyeceği şoförler için bile büyük bir muamma halini almıştı. Nereye hangi yoldan gideceğini, yolda neyle karşılaşacağını bilemeyen sürücüler, karşıdan karşıya geçerken bile ne tarafa bakacağını bilemeyecek kadar kafası karışmış yayalarla; zararlı ve yıkıcı bir kaosun içine dalmaktan başka seçeneği olmayan çaresiz bir halk yaşamaktaydı burda.
Normalde Kasım’da vizeletmeleri gereken, toplu taşımada kullandıkları akıllı kartlarının süresi bir ay öncesinden dolmuş, daha önceden ücretsiz olan bu işlem; Bir Lira da olsa ücretlendirilmişti. Öğrenciler bir sabah okula giderken şok yaşamış, indirimli yerine tam ücret alınmıştı. İndirimli ulaşım ücreti On kuruşluk saçma, gereksiz ve bir o kadar da getirisi olan bir küsüratla Bir Lira On Kuruş olarak belirlenmişti, oysa daha yakın zamana kadar yalnızca Yetmiş Beş Kuruştu ve belediye batmamıştı. Öte yandan ulaşım, orda yaşayanların temel hakkı ve ihtiyacıysa ve belediyenin görevi bunları karşılamaksa ücretsiz olmalıydı.

16 Aralık 2015 Çarşamba

ÖNCE İNSANLIK ÖLÜYOR, PEŞİNDEN İNSANLAR

    Yola devam ediyorum; eski, tanıdık hislerle. Şoför mahallindeyim, direksiyonda Salim Abi, Çorlu’ya dönüyoruz. Arkayı beşlemişler. Güzel olan şeylere inancım kalmamış, yılgınlık içindeyim, daralıyorum, göğsüm sıkışıyor, nefes alamıyorum ve yüzümde kakamı tutuyormuşum gibi bir ifade, sigara sarıyorum.
    İnsanlar en ufak bir umursama belirtisi göstermeksizin, aynı ikiyüzlülük, ahlaki çöküntü ve kayıtsızlıkla hayatlarına devam edebiliyordu. Bilinen, beklenen buydu yine de şaşırmaktan, üzülmekten kendimi alamıyordum işte. Herkes aynı duyguları, düşünceleri paylaşacak ve belirlenmiş tek bir şekilde ifade edecek diye bir şey yok ama bir yanda haksızlık, katliam varsa; insanlar bir zahmet gündelik hayatlarına, o çok güvenli, korunaklı yaşantılarına, yuvarlanıp gittikleri işlere, dizilerini izlemeye, yaptıklarını yapmaya hiçbir şey olmamışçasına devam edememeli diye düşünüyorum.

12 Şubat 2015 Perşembe

“ÖLMEK UYUMAK SADECE”

    Hatırı sayılır bir süre her şeyin bir rüya olduğuna ciddi ciddi inanıp uyanmayı bekleyerek ve çok daha fazla yorgun olarak uyanacağımı düşünerek geçirdim. Uyanmayacağımı uyanmayarak fark ettiğimdeyse uykusuzluk başladı. Sabırlı, fedakar, cefakar, görmüş geçirmiş ve keskin bir zeka ile sıradışı bakış açısının eseri olan; bir kabul etme, yüzleşme ve direniş biçimi olan nüktedanlığından etkilendiğim ve büyük saygı duyduğum güler yüzlü, tatlı sözlü, şakacı, çalışkan, eli çabuk ve becerikli nenemin bu muhteşem özelliklerinin bana pek de sirayet ettiği söylenemez.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

DIŞI SENİ İÇİ BENİ YAKAR

                “Üff, ben çok gerildim ya, hadi yatalım!”
                İçinde bulunduğum tuvalette işemek, beni geçenlerde başımdan geçen bu olaya götürmüştü. Bu arada benim için geçenler; az önceyle yaklaşık on yıl önce arasındaki zaman dilimini kapsar.
                Yine her zamankinden; terk edilmiştim, aşk acısı çekiyor ve bunu gidermek için alkol tedavisi uyguluyordum. Hatta bir keresinde, yarım saat içerisinde aynı kadın tarafından üç defa terk edilmiştim. Bir yaz ikindisinden, akşamüzerine doğruydu, küçük ve kapalı mekânda daralıp; gölgeli, rüzgâr alan açıkhavada devam etmeye karar vermiş ve bunun için yaptığımız kısa yürüyüş ve temiz hava da iyi gelmişti. Oturduk, içkilerimizi söyledik.

1 Ağustos 2014 Cuma

DOSTLARIN ARASINDAYIZ


                “Ne sırıtıyon la?” dedi gülerek; daha önce grev çadırında sabahladığımız, sinema ve tiyatroya meraklı olduğu kadar iyi müzikten de anlayan; yakışıklı, karizmatik, güler yüzlü, insan halinden anlayan, kafa dengi olması da cabası olan; herkesin yapamayacağı şeyleri yapabilecek yaratıcı potansiyele ve fikirlere sahip ve bunun izlerini de zaman zaman bizimle paylaşmasıyla birlikte, -benim asla gösteremeyeceğim bir özveriyle- herkesin yapabileceği şeylere de sorumluluk duygusuyla ve en iyisini hep beraber yapabilmek için soyunmuş olan Tayfun.
                Tek o değil ki, ordaki herkes pırıl pırıl gençlerdi, alev alev insanlardı, ‘tanırım, iyi çocuklar’dı. Onlarla birlikte olmaktan, onların arasında, bir parçası olmaktan o kadar gururlu ve sevinçliydim ki anlatamam; bayram coşkusunu iliklerine kadar yaşıyordum, ‘dostların arasında’ idim, mutluydum, oradaydım, gülümsüyordum; yani yavşak gibi sırıtıyordum kısaca.
                “Gelmeden önce hap attım da,” dedim ki doğruydu da, etkisini ‘nasıl yadsıyayım?’

23 Mayıs 2014 Cuma

BEYGİR HAVASI

    Yaz sonuydu, vefasız dostum Tayfun gelmiş ve duygulanıp ağlamaya başlayınca şaşkınlıkla gülmüş; “oğlum sakin ol, zaten burdayken de arayıp sorduğun yoktu, hem belki böylelikle daha sık görüşürüz.” diyerek teselli edip boşalan dairemizin önüne çıktığımızda Veli’yle karşılaştık, hâlâ biraz zamanımız olduğundan derneğe gidip birer bira yapalım yolluk dedik; annem beklenmedik bir anda, pat diye erkenden, “gidiyoruz” dediğinde; hiç adetim olmadığı halde, iki birayı on beş dakika içinde içmek zorunda kalmıştım, sonra çocuklar bizi uğurladı, yola çıktık. O günkü koşturmacanın içinde bir ara aylardır bi türlü görmediğim sevgili dostum Tolga’yla da ayak üstü tesadüf edip vedalaşmıştık; burda akrabaları olduğundan, onla görüşme olasılığımız da artıyordu aslında; ama nerden baksan bir sene oldu, ‘hasretinden prangalar eskittim’ yine de bir türlü bir araya gelemedik. Zaten liseden sonra bir daha asla tam kadro sahaya çıkamadık.

18 Nisan 2014 Cuma

ŞEREFE

                Erkenden kalkıp, kahvaltı etmeden, üniformamı giyip; okul yerine, yol üstündeki  Rasim Abi’nin kahvesine gittim,

12 Kasım 2013 Salı

BAYILIRIM BÖYLE GENÇLERLE İÇMEYE

                Bayılırım böyle gençlerle içmeye diyerek, telefona sarıldım.
                “Kusura bakma abi, yarın LYS var.” deyince,
                “Olur mu öyle şey canım, boşver? Canın sağolsun, sen değil ÖSYM utansın.” diyerek konuşmayı sonlandırdık.
                Tabi ben de hemen oturduğumuz apartmanın altındaki bakkalın yolunu tuttum.

1 Eylül 2013 Pazar

ASLINDA O ADAM BENİM

         Tereddüt etmeksizin, balkonda sohbeti koyulaşmış adamların masasına ilişti, teklifsizce. Gayet rahattı, herkese merhaba deyip oturdu. İlk etapta geleni yadırgasalar da üç kafadarın şaşkınlıklarını üzerlerinden atmaları uzun sürmedi ve muhabbete kaldıkları yerden devam ettiler.
         Yaz kaç zamandır erken gelmeye başlamıştı, böyle günlerde balkonda oturup soğuk bira eşliğinde kafa dengi kimselerle laflamak, her şeyi bırakıp kendine zaman ayırabilmek ve iyi vakit geçirmek bir nimetti. Bu şekilde damdan düşen her kimse artık, illa ki içlerinden birinin tanışıdır diye geçirdiler içlerinden ve sormadılar ne ona, ne de kendilerine.

2 Mayıs 2013 Perşembe

ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN


                Telefonuma baktığımda annemin beni aramış olduğunu gördüm, geri aradım, meşguldü. Biraz sonra tekrar aramak üzere cebime koyduğumda bunu unutacağımı biliyordum; tıpkı ertesi gün arayıp, aramış olduğunu, açmadığımı ve onu hiç aramadığımı söylediğinde; az evvel yazdıklarımı da unutacağım gibi. Oysa ben, öğüdünü tutmuş; o gün yemek yemiş, yırtık pantolonumu sağlamıyla değiştirmiş, hatta yıkanmıştım bile lakin gelmemişti; öyleyse yapmış olduğum tüm bu saçmalıkların ne anlamı vardı?

25 Mart 2013 Pazartesi

BOKA SOR


                Üç katlı bir apartmanın üçüncü katında gözlerimi açtığımda dünyaya; susuzluktan boğazım kurumuş, kavruluyor ve canım aşırı derecede sigara çekiyordu; üstüne üstlük acayip şekilde sıkışmış, bir an önce işemeliydim.

29 Mayıs 2012 Salı

ÇOK YORGUNUM, BENİ ELLEME KAPTAN


Gelin de katılmayın, şu küçük oyunumuza; hanımlar önden, beyler arkadan.
Bu dinginlik bana huzur veriyor; rakı, sigara; insan dünyayı bir masada tartabiliyor. Kendime, taşıyamayacağım bir yük yaratsam ve onu taşısam ne olurdu ve bu benim, küçük sırrım olsaydı ve kimse bilmeseydi, neyi değiştirirdi? Yinde de bu dinginlik bana huzur veriyor; öte yandan herkes dahil, hiçkimse anlamasaydı fark eder miydi ve sevmek, bu gece bana huzur veriyor. Oysa, her şey değişiyor ve bu bana huzur veriyor.

22 Mayıs 2012 Salı

BİR MAYIS


Güneşin tepede parladığı ama hafif rüzgarın da serinletici etkisiyle bunaltmadığı; uçsuz bucaksız yemyeşil çayırlarda rengarenk kır çiçeklerinin açtığı, beyaz bulutlarla bezeli masmavi gökyüzünün, sonsuz berrak denizle birleştiği ufkun bile ötesinin göründüğü yerler, hatta bu manzarayı gören gözler bile vardı belki de; ben onlardan değildim ve bunları düşünmekten çok uzaktım. Betonun, arabaların, gürültünün, kalabalığın, acelenin, kirli havanın arasında kalmıştım, nerde olduğumu kestirmem kolay olmadı; bir yanda üstü, başı dökülen, kirli, leş gibi kokan, bakımsız ama gözleri parlayan çocuklar; diğer tarafta iyi giyimli, hijyenik ve maalesef ki parfümleri berbat kokan, bakımlı ve nursuz suratlar; bütün bunlar her zaman için benim kafamı karıştırmaya yetmiştir.
Geriye kalan hayatımın ilk gününe; içim huzurla dolup, umutla bakmadan, yeni bir gün diye düşünmeksizin uyanmıştım yine; her zamankinden, hayat işte. “Hayat böyle daha güzel.” gibi uzun cümleler kurmuyordum; bütün maceralarım ve dolayısıyla soluğum anca “hayat böyle...” ya da çoğunlukla, “hayat...”a kadar yetebiliyordu; oysa her zaman zenci bir saksofoncu olmak istemişimdir. Söylediğim gibi güneş parlıyordu, gözlüklerimin arkasından bunu görebiliyordum ve etrafta çok fazla ses vardı; ışığı biraz kısıp, müziğin sesini biraz daha açmak isterdim, eğer dans edecek olsaydım çünkü; böyle şeyler için önce havaya girmek gerekir ve ben hiç havamda değildim; dans etmeyecektim, eski bir dostla buluşacaktım sadece, onun bir başka dostunun çalıştığı çay bahçesinde.

15 Mayıs 2012 Salı

BAĞ


Ütüsü bozulmuş beyaz takımı, pantolondan özgür kalmış gömlek etekleri, sökülmüş kravatıyla, dağılmış yağlı saçlı adam düşünür hikayeyi; asma katlı müzikli, loş ve zeytin yağlı mezeleri oldukça hoş bir Rum tavernasında, uzarken sakalları:
Adamın biri bir kadını sevdi, kadın başka bir adamı.

11 Mayıs 2012 Cuma

KIZARMIŞ PATATES


                Saat yedi civarlarıydı, acıktığımı hissetmiş ve henüz kahvaltı yapmadığımı fark etmiştim. Daha fazla zaman kaybetmeden üzerime bir şeyler geçirip dışarı çıktım, uyandığımda beş filan olmalıydı, güneş yeni batmakta, karanlık örtü gözümün alabildiği her yere egemen olmaktaydı, havanın serin olması yanı sıra herkesin kurulu bir düzeni vardı ve geçtiğim sokaklar tenha sayılırdı. Dükkandan içeri girdim, daha dolmamıştı, boş masalardan birine oturdum ve siparişimi verdim. Patatesimin kızarmasını beklerken, bir yandan da etrafa göz atıyordum, yalnızken ve beklerken ya da biri bir şeyler anlatırken insan sıkılıyordu haliyle; bu zor zamanlarda kadraja güzel bir kadın yüzü veya vücudunun güzel bir parçası girse hiç fena olmazdı, uygun bir şey aramış ancak bulamamıştım; piyasalar durgun, işler kesat, esnaf kan ağlıyor diye geçirdim içimden ve bir sigara içmeye karar verdim beklerken, bunun için dışarı, kapının önüne çıkmam gerekiyordu çünkü içerde sigara içmek yasaktı.
                Dışarı çıktığımda sigara içen iki kişi gördüm, sırtı bana dönük olan karşısındakine hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu, arkadan sessizce yaklaştım ve elimi omzuna atarak
                “Dostum, benim de seks hayatım berbat!” dedim, şaşkınlık içinde güldüler, tanıdıklardı, neler yaptığımı sordular.

TAVŞANLA KAPLUMBAĞA


                Uyu o zaman, sana bi masal anlatayım istersen, tavşanla kaplumbağanın hikayesini bilir misin; sen rahat ol, bilen biliyo?
                Bir tavşanla bir kaplumbağa varmış, senden iyi olmasınlar; çok içerlermiş ama kaplumbağa meyhaneye gelene kadar tavşan çoktan sarhoş olurmuş, bu hep böyle olmuş, en sonu tavşan bıkmış “Hep geç kalıyosun abi!” diyerek dostuna sitemde bulunmuş. Kaplumbağa da bu duruma çok içerlemiş, saatler ilerledikçe alkolün de etkisiyle sinirler gerilmiş, dükkanın ışıkları kapanmış, masalar boşalmış, bardaklar ve tabaklar gibi ceplerle birlikte; bizimkiler de onları beklediklerini fark edince daha fazla ayıp olmasın diye kalkmaya karar vermişler, tam o esnada, o kafayla meydan okumuş kaplumbağa, tavşana
“Hadi lan...” demiş, “... mahalleye kadar yarışalım, kaybeden yarınki hesabı öder!”