29 Mayıs 2012 Salı

ÇOK YORGUNUM, BENİ ELLEME KAPTAN


Gelin de katılmayın, şu küçük oyunumuza; hanımlar önden, beyler arkadan.
Bu dinginlik bana huzur veriyor; rakı, sigara; insan dünyayı bir masada tartabiliyor. Kendime, taşıyamayacağım bir yük yaratsam ve onu taşısam ne olurdu ve bu benim, küçük sırrım olsaydı ve kimse bilmeseydi, neyi değiştirirdi? Yinde de bu dinginlik bana huzur veriyor; öte yandan herkes dahil, hiçkimse anlamasaydı fark eder miydi ve sevmek, bu gece bana huzur veriyor. Oysa, her şey değişiyor ve bu bana huzur veriyor.

22 Mayıs 2012 Salı

BİR MAYIS


Güneşin tepede parladığı ama hafif rüzgarın da serinletici etkisiyle bunaltmadığı; uçsuz bucaksız yemyeşil çayırlarda rengarenk kır çiçeklerinin açtığı, beyaz bulutlarla bezeli masmavi gökyüzünün, sonsuz berrak denizle birleştiği ufkun bile ötesinin göründüğü yerler, hatta bu manzarayı gören gözler bile vardı belki de; ben onlardan değildim ve bunları düşünmekten çok uzaktım. Betonun, arabaların, gürültünün, kalabalığın, acelenin, kirli havanın arasında kalmıştım, nerde olduğumu kestirmem kolay olmadı; bir yanda üstü, başı dökülen, kirli, leş gibi kokan, bakımsız ama gözleri parlayan çocuklar; diğer tarafta iyi giyimli, hijyenik ve maalesef ki parfümleri berbat kokan, bakımlı ve nursuz suratlar; bütün bunlar her zaman için benim kafamı karıştırmaya yetmiştir.
Geriye kalan hayatımın ilk gününe; içim huzurla dolup, umutla bakmadan, yeni bir gün diye düşünmeksizin uyanmıştım yine; her zamankinden, hayat işte. “Hayat böyle daha güzel.” gibi uzun cümleler kurmuyordum; bütün maceralarım ve dolayısıyla soluğum anca “hayat böyle...” ya da çoğunlukla, “hayat...”a kadar yetebiliyordu; oysa her zaman zenci bir saksofoncu olmak istemişimdir. Söylediğim gibi güneş parlıyordu, gözlüklerimin arkasından bunu görebiliyordum ve etrafta çok fazla ses vardı; ışığı biraz kısıp, müziğin sesini biraz daha açmak isterdim, eğer dans edecek olsaydım çünkü; böyle şeyler için önce havaya girmek gerekir ve ben hiç havamda değildim; dans etmeyecektim, eski bir dostla buluşacaktım sadece, onun bir başka dostunun çalıştığı çay bahçesinde.

15 Mayıs 2012 Salı

BAĞ


Ütüsü bozulmuş beyaz takımı, pantolondan özgür kalmış gömlek etekleri, sökülmüş kravatıyla, dağılmış yağlı saçlı adam düşünür hikayeyi; asma katlı müzikli, loş ve zeytin yağlı mezeleri oldukça hoş bir Rum tavernasında, uzarken sakalları:
Adamın biri bir kadını sevdi, kadın başka bir adamı.

11 Mayıs 2012 Cuma

KIZARMIŞ PATATES


                Saat yedi civarlarıydı, acıktığımı hissetmiş ve henüz kahvaltı yapmadığımı fark etmiştim. Daha fazla zaman kaybetmeden üzerime bir şeyler geçirip dışarı çıktım, uyandığımda beş filan olmalıydı, güneş yeni batmakta, karanlık örtü gözümün alabildiği her yere egemen olmaktaydı, havanın serin olması yanı sıra herkesin kurulu bir düzeni vardı ve geçtiğim sokaklar tenha sayılırdı. Dükkandan içeri girdim, daha dolmamıştı, boş masalardan birine oturdum ve siparişimi verdim. Patatesimin kızarmasını beklerken, bir yandan da etrafa göz atıyordum, yalnızken ve beklerken ya da biri bir şeyler anlatırken insan sıkılıyordu haliyle; bu zor zamanlarda kadraja güzel bir kadın yüzü veya vücudunun güzel bir parçası girse hiç fena olmazdı, uygun bir şey aramış ancak bulamamıştım; piyasalar durgun, işler kesat, esnaf kan ağlıyor diye geçirdim içimden ve bir sigara içmeye karar verdim beklerken, bunun için dışarı, kapının önüne çıkmam gerekiyordu çünkü içerde sigara içmek yasaktı.
                Dışarı çıktığımda sigara içen iki kişi gördüm, sırtı bana dönük olan karşısındakine hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu, arkadan sessizce yaklaştım ve elimi omzuna atarak
                “Dostum, benim de seks hayatım berbat!” dedim, şaşkınlık içinde güldüler, tanıdıklardı, neler yaptığımı sordular.

TAVŞANLA KAPLUMBAĞA


                Uyu o zaman, sana bi masal anlatayım istersen, tavşanla kaplumbağanın hikayesini bilir misin; sen rahat ol, bilen biliyo?
                Bir tavşanla bir kaplumbağa varmış, senden iyi olmasınlar; çok içerlermiş ama kaplumbağa meyhaneye gelene kadar tavşan çoktan sarhoş olurmuş, bu hep böyle olmuş, en sonu tavşan bıkmış “Hep geç kalıyosun abi!” diyerek dostuna sitemde bulunmuş. Kaplumbağa da bu duruma çok içerlemiş, saatler ilerledikçe alkolün de etkisiyle sinirler gerilmiş, dükkanın ışıkları kapanmış, masalar boşalmış, bardaklar ve tabaklar gibi ceplerle birlikte; bizimkiler de onları beklediklerini fark edince daha fazla ayıp olmasın diye kalkmaya karar vermişler, tam o esnada, o kafayla meydan okumuş kaplumbağa, tavşana
“Hadi lan...” demiş, “... mahalleye kadar yarışalım, kaybeden yarınki hesabı öder!”