Hint Okyanusu üzerinde ve Madagaskar’ın doğusunda yer alan ada ülkesi Mauritius’un anavatanı olduğu kabul edilen Dodolar’dan ilk olarak 16. yy sonlarında Hollandalı Denizciler bahsetmiş. Güvercin kuzenleri gibi çeşitli maharetleri olmadığından insanlar tarafından evcilleştirilip bakılmamışlar. Kendiyle özdeşleşen, adlarını verdikleri Dodo Ağacı meyveleriyle beslenen bu canlılar; düşük rakımlı ormanlar ve küçük tepecikleri kendilerine mesken tutmuşlar. Uçamasalar da ki; efendimiz de uçamazmış; kimseciklere bir zararı olmadan, kendi hallerinde yaşayıp giden, bir metre boylarında ve yirmi kilo ağırlıklarında olan bu arkadaşların korku duyguları olmadığından ve gördüklerinde yadırgayıp kaçmadıklarından dolayı bu sıcakkanlı dostların; onlarla karşılaştıklarında onların aptal olduklarını düşünen insanlar tarafından kolay yemek olarak görülmeleri sonucunda 17. yy sonlarında nesilleri tükenmiş. Son Dodo öldüğünde insanlık; ‘mavi gözlerinde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar’dı ona. ‘Bir ağaç’ı kalmış yadigar, ‘tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine.’
Peki ben buraya nasıl geldim? Şu bir gerçek ki son üç senede daha çok delirdik. Soyu tükenmiş bir tür olarak belki de asıl soru biz bu hale nasıl geldik olmalı? Biraz geriye gidersek; Çağrı Kale’den, İstanbul’dan Emrah’ı alan Tutku Cezayir’den, Tanju zaten o sıralar Keşan’daydı, Cem ise Edirne’den gelmişti.
Hiç zamanda yolculuk yapmadım ama en iyi fikirlerim zaman yolcuları tarafından çalındı, bırak uzay seyahatini daha dünyayı bile gezemedim ama spermlerim uzaylılarca çalınmış olabilir, bilemezsiniz yolda yürürken bazen tepenize cam da düşebilir.